30 Haziran 2011 Perşembe

SUSUZ GÜNLERDEN SONRA


                                                                                                                   
        Aladağların kuzeyinde, Ecemiş çayını besleyen dağların arsında, dar bir vadiye kurulmuş olan Üskül köyünde hayatını sürdürün Ahmet amca, derenin kenarına beyaz taşlardan üç odalı, balkonlu, çatısı çinkolu bir ev yaptırmıştı.  Sarışın, yeşil gözlü, uzun boylu, nur yüzlü eşi Zeliha ile birlikte bu köyde mutlu bir yaşam sürmekte iken üst üste gelen acı haberlerle yıkıldılar. Genç yaşta trafik kazasında bir oğlunu ve damadını kara toprağa vermişlerdi. Hayatta kalan üç kızı ve bir oğlu da evlendikten sonra çalışmak için büyük şehirlere göçmüşlerdi.
    Ahmet amca çok çalışkandı ama yaşlanmıştı.  Sabahın ışıklarıyla uyanır.  Besmele ile yatağından kalkar. Sobasını yakar. Yılların eskitemediği emaye çaydanlığına bir miktar su koyduktan sonra sobanın üzerine koyar sonra sobanın kenarındaki rengi solmuş halı minderin üzerine oturur. Cebinden çıkardığı doksan dokuzluk tespihini çekmeye başlardı: “Sübhan Allah Sübhan Allah…” Su ısınınca hanımı ile birlikte abdestlerini alırlar; namazlarını eda ederlerdi.
    Bahar gelmiş, havalar ısınmış, bağ bahçe işleri başlamıştı. Ahmet amca hanımına seslendi: “Ben bugün bahçeye gideceğim. Bahçenin çevresindeki tarlaları gezeceğim. O tarlaların birinden su bulacağımı ümit ediyorum” dedi. Hanımı: “Bey, artık su arama işini bırak; her yıl uğraşıyorsun ama emeklerin boşa gidiyor. Bulacağın su bir iki yıl içinde kurur” dedi.
     “Göz göre göre nasıl kuruturum” dedi. “O canım ağaçları… Onlar kurursa ben ne ederim nasıl yaşarım, neyle geçinirim? Bu bahçeyi kurutmamak için mutlaka bahçenin yakınlarından su bulmam lazım. Sofrayı hazırla da biran önce gideyim” dedi. Hanımı kalktı, akşamdan mayaladığı hamurdan ekmekler yaptı. Onları kuzineli sobanın üzerinde pişirdi ve çayı demledi. Ahmet amca da siniyi, bardakları, peyniri ve şekeri getirdi. Birlikte güzel bir kahvaltı yaptılar. Kahvaltıdan sonra Ahmet amca hanımına “Azığımı hazırla” dedi ve evden çıktı.
    Akşamdan evinin önüne bağladığı eşeğinin yularını çözdü. Evinin bir köşesinde duran keçi kılından dokunmuş heybesini aldı. Eşeğin semeri üzerine yerleştirdi. Heybenin bir gözüne küreğini, diğer gözüne kazmasını koyduktan sonra hanımına seslendi: “Hanım azığımı getir, nerde kaldın yahu!”
    Hanımı azığı getirdi. Ahmet amcayı eşeğe bindirdi. “Güle güle bey yolun açık, işin kolay olsun” diye seslendi. Ahmet amca da “Allah’a ısmarladık” dedikten sonra “deh deh” diyerek köyden ayrıldı.
“Yeşil ördek gibi daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem gurbet ellere
Ne sen beni unut ne de ben seni”
       Türküsünü söyleye söyleye yola koyuldu. Derelerden geçti. Dere kenarındaki kurbağaların eşeğin ayak sesinden korkarak birden suya vırag vırag diyerek atlamalarını izledi. Yol kenarındaki söğüt, kavak, iğde ve elma ağaçlarını seyretti. Ağaçlara yuva yapmış bülbüllerin, saksağanların ve serçelerin seslerini dinleyerek yoluna devam etti. Yolun iki tarafındaki iğde ağaçlarından çevreye yayılan mis gibi kokuları hissetti. “Bahar ne güzel, yaşamak ne güzel!”dedi. İğde ağacından bir dal koparıp çiçeklerini kokladı. “Bayılıyorum bu kokuya”
     Bir süre sonra bahçesine ulaştı. Bahçesindeki elma ağaçlarına baktı. “Bu yıl da güzel meyve tutmuş ağaçlar kurutmamak gerekir” dedi. Eşeğinden indi. Eşeğini bahçenin otlu bir yerine bağladı. Heybesini indirdi. Kazma ve küreğini heybeden çıkardı. Azığını bahçesindeki kiraz ağaçlarının dalları arasına koydu. Kazma ve küreğini yanına alarak bahçesinin çevresindeki tarlalara doğru ilerledi. Baharda açan kır çiçeklerinden bal toplayan arıların vızıltıları arasında komşusu Ali’nin tarlasına vardı. Tarlanın üst kısmında siyah dev bir kaya gördü. Yavaş yavaş kayanın önüne geldi. Derin derin nefeslendi.  Kaya üzerine yuva yapan kırlangıçları bir süre izledikten sonra kayanın gölgesine oturdu. Çevreyi incelemeye başladı. Bir kuş sürüsünün kayanın alt ucuna konduğunu ve oradan su içtiklerini gördü. Heyecanla yerinden kalktı. Kuşların su içtiği yere vardı.  “İşte aradığımı buldum!” dedi. Çok sevindi.  Ama tarla sahibi suyunu ona verecek miydi? “Ne olursa olsun bu suyu almalıyım” diye düşünürken komşusu Ali’nin de tarlaya doğru gelmekte olduğunu gördü. O kadar sevinmişti ki uçacak gibiydi.  Komşusu ile daha önce ortaklık yapmıştı. Bundan dolayı komşusuna hep “Ortak” diye hitap ederdi. Ali amca komşusuna doğru yaklaştı. “Selamünaleyküm ortak” dedi.  Komşusu: “Aleykümselam… Hayırdır ortak buralara gelmezdin!” diye seslendi. “Ortak su arıyorum; bulamazsam bahçe susuzluktan kuruyacak” dedi. Komşusu “Benim tarlanın üst kısmında bir pınar var; bu pınarın olduğu yeri kaz, çıkan suyu birlikte kullanırız” dedi. Ahmet amca da az önce o suyu keşfetmişti. Çok sevindi “Tamam ortak” dedi. Hemen suyun olduğu yere gitti. Başladı suyun bulunduğu yeri kazmaya. Kazdıkça su bir miktar artıyordu. Suyu gören Ahmet amca sevincinden bir türkü tutturdu:
“Suya gider allı gelin has gelin
Topukların nokta nokta bas gelin
Bu güzellik sade sana has gelin
Bilmiyon mu benim sana yandığım
Ellerin köyünde garip kaldığım”
   O gün akşama kadar durmadan kazdı. Ertesi gün yine kazmaya devam etti. Aradan on beş gün geçti hâlâ toprağı kazıyordu. Tarla sahibi Ali de Ahmet amcanın ne kadar yer kazdığını merak etti ve eşeğine binerek tarlasına geldi. Suyun olduğu yere vardı. Bir de ne görsün! Ahmet amca kazdığı kanalda eli yüzü çamur; vücudunun yarısı su içinde tir tir titriyordu. Komşusu “Ne oldu geçmiş olsun ortak!” dedi. Ahmet amca da “Sağ ol, üzerime taş düştü, benim durumum iyi değil. Acele köye git, bir araba bul gel” dedi. Komşusu hızla oradan ayrıldı. Eşeğe binip köyün yolunu tuttu. Kısa zamanda köye ulaştı. Ahmet amcanın yakınlarını buldu. Olanı biteni onlara anlattı. Kocasının yaralandığını duyan Zeliha teyze ellerini dizlerine vurarak “Ben sana gitme demedim mi ! Şimdi ben neylerim of anam of!”diyerek ağlamaya başladı. Zeliha teyzenin hıçkırıkları köy içinde yankılandı. Köyde olayı duymayan kalmamıştı. Ahmet amcanın yakınları da arabalarına binerek olay yerine geldiler. Ahmet amcayı kanaldan çıkarıp arabaya aldılar. Ahmet amca “Üşüyorum, üşüyorum! Başka bir şeyim yok” diyordu. Ahmet amcanın üzerine arabada bulunan battaniyeyi örttüler. En yakın sağlık merkezine ulaşmak için hızla oradan ayrıldılar. Yol bitmek bilmiyordu. Yol boyunca Ahmet amcaya “Ne oldu, nasıl oldu?” gibi sorular sordular. Ahmet amca sadece “Sırtıma taş düştü. Sırtım, sırtım” diye inledi. Bir süre sonra Ahmet amcanın rengi soldu. Gözleri yana kaydı. Araçta bulunanları derin bir hüzün sardı. Şoför aracın gaz pedalına sonuna kadar yüklendi. Bir süre sonra hastaneye ulaştılar. Hemen doktoru çağırdılar. Doktor hastaya baktı; eliyle nabzını yokladı; göz kapaklarını kaldırdı.  Üzgün bir sesle “Başınız sağ olsun” dedi. Ortalık sanki birden karardı. Susuz günlerden sonra gelen ölüm…

Hüseyin Akte

Hiç yorum yok: